2018 yılı sonunda yazdığımız “Müteahhitler 2019 Yılında Ne Yapmalı?” başlıklı yazımızda, mevduat ve konut kredi faizleri yükselince, yatırım aracı olarak gayrimenkulün büyüsünün bozulmasının müteahhitlerde kardeşinin doğmasıyla gözden düştüğünü sanan küçük çocuk küskünlüğü yarattığını belirtmiştik. Çözüm olarak da, müteahhitler ya pes edecekler ya da şartlar onlara uymuyorsa onlar kendi şartlarını oluşturacaklar demiştik.
2018 yılı sonunda bize bu satırları yazdıran, sadece mevduat ve konut kredi faizleri ile dövizdeki artıştı. 2023 yılında ise, tüm bunlara ilaveten; pandemi, tedarik zincirinin kopması, inşaat maliyetlerinde dövizdeki artışı aşan zamlar, Ukrayna-Rusya Savaşı, 6 Şubat Depremi gibi badireler yaşamış ve halen de yaşayan inşaat sektörü olarak, yine-yeniden müteahhitler ya pes edecekler ya da şartlar onlara uymuyorsa onlar kendi şartlarını oluşturacaklar demek durumundayız. Peki ama nasıl?
İnşaat Maliyetleri Sorunu
2018 Ağustos ayından bu yana suların durulmadığı inşaatın 250’den fazla alt sektöründe, Doların 20 TL bandını aşmasıyla tekrar daha da yükselişe geçecek olan inşaat malzemelerindeki artışlar artık yönetilir olmaktan çok uzaktır. Şöyle ki, çok değil daha 2020 yılında bir m3 beton alınan rakam kadar artık tek seferde betona zam geliyor. Yine çok değil 2020 Nisan ayında 3.440 TL olan inşaat demiri 16.000 TL’leri geçti. Başta hazır beton ve demir olmak üzere, Doların 20 TL bandını aşmasıyla tekrar yükselişe geçecek olan tüm inşaat malzemelerinin nereye kadar yükseleceğini bilmiyoruz. Bu da kendisini konut arzının düşmesinde gösteriyor. Peki biz bu maliyetlerle 6 Şubat Depremi hafızamızda tazeliğini korurken, afetlere hazır bir Türkiye’yi nasıl inşa edeceğiz? Kentsel dönüşümü nasıl yapacağız?
Devletimizden Beklenen Yasal Düzenleme:
Ülkemizde inşaat sekrörü için üretim yapan tüm sanayi kuruluşlarına, iç pazar ihtiyaçları karşılanmadıkça ihracat yap(a)mama kontrolü ve cezası getirilmelidir. Çünkü kontrolsüz ihracat, iç piyasamızda inşaat maliyetlerini arttıran bir nedene dönüşmüştür. Özellikle de, doların 20 TL bandını aştığı şu günlerde artacak olan ihracat iştahı nedeniyle bu düzenleme daha da önem kazanmıştır.
Özel İnşaat Sektörünün Artık Devletin Arkasına Saklanmayı Bırakıp Kendisinin Atması Gereken Adımlar:
Öncelikle Yaşanan Durum
2018 yılından bu yana inşaat hammadde ve yarı mamüllerine gelen dövizdeki artışı da aşan zamlar, ama az/ama çok, hammadde/yarı mamul üreticisinden inşaat sanayicisine, sanayiciden müteahhite, müteahhitten de konut alıcılarına yansıtılmıştır. Bu durumdan yukarıdaki her kesim ama az/ama çok olumsuz etkilenmiştir. Tartışmasız gerçek şudur ki, en çok zararı gören, ev sahibi olma hayali başka bir bahara kalan ve hatta artık ev sahibi olabilmek konusunda öğrenilmiş çaresizliğe kapılan değerli vatandaşlarımız olmuştur.
Neden
Geride bıraktığımız bu dönemde, dövizin ve enerji maliyetlerinin arttığı savunması doğrudur. Ama bu savunma inşaat malzemelerinde dövizdeki artışı da aşan zamları açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Aslında ülkemizde asıl olan şey, özellikle ilk yatırım maliyeti çok yüksek olan ürün gruplarında adı konulmamış bir tekelleşmenin getirdiği rekabeti sınırlayıcı durumların, 2018’den bu yana dövizdeki artışı aşan zamlar olarak bize geri dönmesidir. Sorunun asıl kaynağı ülkemizde çimento, mdf-sunta, cam, pvc sektörlerinde üretici sayısının bir avuç olmasıdır. Ülkemiz inşaat malzemeleri sektörü, bir avuç hammadde ve yarı mamul üreticisi ve ithalatçısının insafına kalmıştır.
Dövizdeki artışı aşan zamlardan oldukça olumsuz şekilde etkilenen inşaat sanayicileri ve müteahhitler “Peki ne yapılabilir?” diye soruyorlar.
Sahte Çözüm
Bir kesim, kamunun fiyat istikrarını sağlamak için çimento, mdf-sunta, cam, pvc gibi ilk yatırım maliyeti çok yüksek olan tüm sektörlere girmesini önerir. Örnek olarak da, kamunun düzenleyici bir aktör olarak yıllardır ekmek üretiminde yer alması sayesinde, hem ekmek üretiminde, hem de ekmek fiyatlarında aşırı dalgalanmanın önüne ancak geçildiğini belirtirler. Aynı şekilde kamunun ülkemiz inşaat sektörünün en temel malzemelerinden olan çimento, mdf-sunta, cam, pvc gibi sektörlere düzenleyici bir aktör olarak girerek, fiyatlarda aşırı dalgalanmanın önüne geçilebileceğini önerirler.
Bunun, iç pazarda fiyat istikrarına katkı sağlayacağını söylerler. Ancak açık olan şudur ki, işine gelince serbest piyasa ekonomisini savunup, işine gelmeyince özel sektörün sorunları için Devletimizin kaynaklarını çimento, mdf-sunta, cam fabrikalarına harcatmak tek kelimeyle yanlıştır.
Gerçek Çözüm
Hem müteahhitleri hem inşaat malzemesi üreticisi olan sanayicileri, hem de konut alıcılarını bu suni darboğazdan çıkarmanın yolu, kamunun inşaat malzemeleri sektöründe düzenleme yapması olduğu kadar, özel inşaat sektörünün de herşeyi Devlet’ten bekleme huyunu artık bırakmasıdır. İnşaat sektörünün bu beklentisinin sektöre verdiği zararı, ne dövizin ne de enerji maliyetlerinin artması vermemiştir.
Bu durumu, 2018 Ağustos ayında yaşanan döviz artışı sonrasında kaleme aldığımız “90’larda Beyaz Eşya Üreticilerinin Yaşadığını Şu an Müteahhitler Yaşıyor!” başlıklı yazımızda şu şekilde belirtmiştik.
“Müteahhitler, yerli beyaz eşya ve otomobil üreticilerinin 1990’lı yıllarda gümrük duvarlarının inmesi ve çok kanallı TV’lerde artık yabancı ürünlerin de reklamlarının yayınlanması karşısında yaşadığı süreci, 2018 Türkiyesi’nde mevduat faizinde ve dövizde artışın vatandaşın yatırım araçları konusunda gözünü açınca yaşamaya başladılar. İlkinde yerli beyaz eşya ve otomobil üreticilerinin, ikincisinde gayrimenkulün yatırım araçlarındaki tekeli kırıldı ve her ikisinde de vatandaşlar alternatiflere kavuştular.
Türkiye’de beyaz eşya sektörü, gümrük duvarlarının inmesi ve çok kanallı TV’lerle titredi ama kendine geldi. Önceleri şer sandığı gelişmeyi, ar-ge’ye başlayıp, dünya kalitesinde ürün üretmeyi başararak kendisi için hayra çevirmeyi bildi, şimdi artık bilakis eskisinden daha güçlü. Sıra Türk inşaat sektöründe. Nasıl ki, hem beyaz eşya sektörümüz hem de otomotiv sektörümüz başardıysa, inşaat sektörümüz de bu krizi yeni başarılara ulaşmak için bir milat olarak kullanabilir. Yeter ki, şu an yaşadığı krizi tıpkı beyaz eşya ve otomotiv sektörlerinin krizden çıkmak için, dünya çapında/kalitesinde üretim yapma anlayışını benimsemeleri ve sonrasında da artık ar-ge yapmaya başlamaları şeklindeki aynı yolu izlesin”.
Dolayısıyla çözüme ancak inşaat sanayicileri ve müteahhitler “Peki biz ne yapabiliriz?” diye sordukları gün biraz olsun yaklaşabiliriz. Doğru soru budur.
Çünkü sorunun neredeyse hiç dile getirilmeyen ve belki de asıl kaynağı, inşaat malzemelerindeki bu zamlar karşısında her şeyi Devlet’ten bekleyen inşaat sektörünün ta kendisidir. (Bazılarınız bunu okuyunca kızdı, ama dost acı söyler)
Şöyle ki, inşaat malzemelerinde dövizdeki artışı aşan zamlarla karşılaşmamız, kurulması büyük yatırım gerektiren ağır inşaat sanayi ürünlerinin ülkemizde az sayıda üreticisi olmasından kaynaklanmaktadır. Yani sorun yatırım maliyeti büyük olan inşaat malzemesi üreticilerinin sayısının azlığı ve satış hedefi önceliklerinin iç pazar olmamasıdır. Dolayısıyla çözüm de, inşaat malzemesi fiyatlarının artmasından şikâyet edenlerin öğrenilmiş çaresizliğe kapılmayıp, birleşerek satış önceliği iç pazar olacak olan sanayi yatırımı yapmalarıdır.
Bunun yolu da müteahhitlerin müşterisi de, sahibi de kendilerinin olacağı üretim kooperatifi kurmalarıdır. Yani müteahhitlerin inşaat yaparken zaten tükettikleri malzemeleri, her biri en az bir daire parası koyarak ortak olacakları üretim kooperatiflerinin fabrikasından satın almalarıdır. Örneğin müteahhitlerin birbirinden farklı kooperatifler bünyesinde birleşerek, hazır beton tesisi, hatta çimento, seramik, cam fabrikası kurması veyahut da, mdf-sunta fiyatlarındaki artıştan şikâyet eden inşaat mobilyası üreticilerinin bir kooperatif bünyesinde birleşerek mdf-sunta fabrikası kurup, kendi ihtiyaç duydukları mdf-suntayı kendilerinin üretmesidir. Her şeyi Devlet’ten beklemeyenler için gerçek çözüm budur. Tabii ki bu çözüm bir asprin çözüm değil. Bugünden yarına hemen olmayacağı da aşikâr. Ayrıca birleşerek kooperatif kurmak ve bunu sürdürmek elbetteki zor. Ama bu işin beklenen tüm yanlışlarını yapıp sonra da bak kooperatifçilik işe yaramadı da denmemelidir. Şöyle ki kooperatifleşirken;
- kooperatif ana sözleşmesini kesinlikle kooperatifçilik alanında uzman avukatlara hazırlatmadan,
- kooperatifin istisnasız tüm personelini dayıoğlu hala kızından değil, liyakatle seçmeden,
- üretimde ve yönetimde profesyonellere söz, yetki ve sorumluluk vermeden,
- alanında uzman danışmanlarla çalışmadan,
- ar-ge yapmadan,
hiçbir kooperatif zaten başarılı olamaz. Ayrıca, biraz iyi giden kooperatifin tümünü ele geçirmeye tenezzül edilmemesi için zaten ana sözleşmede bunun daha yola çıkmadan imkânsızlaştırılmış olması gerekir. (Burada ortak şirket kurmaktansa kooperatif kurmak istememizin ana nedeni, kooperatiflerin şirketlere nazaran bunu engelleyebilecek daha demokratik bir yapısı olmasıdır. Örneğin kooperatiflerde demokratik yönetim ilkesi gereğince, her ortağın sermaye payına bakılmaksızın tek bir oy hakkına sahip olması eşit seçme ve seçilme hakkını da beraberinde getirir.
Sanayi tesisi kurmak uzun zaman alır, sorunlarımız acil diyecekler, hiç değilse tüketim kooperatifi kurarak artık herşeyi Devlet’ten beklemeyi bırakıp ortak satınalma yapacak olurlarsa ölçek ekonomisinin nimetlerinden yararlanabilirler. Ancak hemen önerinizi çökertmek isteyenler çıkacak ve koro halinde size şunu söyleyeceklerdir:
“Kimseyi ortak bir ödeme yöntemine ikna edemezsin, çünkü herkesin ödeme yöntemi farklı, kimisi peşin, kimisi çekle, kimisi daire karşılığında ödeme yapar.”
İlk bakışta mantıklı gelebilen bu itiraz, aslında doğru bilinen bir yanlıştaki ısrarı açığa çıkarmaktadır. Şöyle ki, yap-sat değil, yap-sabret döneminden geçtiğimiz şu günlerde hâlâ, sat-yap ile ilerleyebileceğini sanan zihniyet, daire karşılığı iş yapmayı, hâlâ cebinden para çıkmadan iş yaptırmak sanmaktadır. Hâlbuki daire fiyatlarının kısa zaman içinde bile hızla arttığı şu anki gibi enflasyonlu günlerde, hâlâ daire karşılığı iş yaptırmak, zaten asıl kârı karşı tarafa bırakmaktır. Bunun neresi cebinden para çıkmadan iş yapmaktır? Kabul etmemekte ısrarla direnilen asıl gerçek şudur ki, ülkemizde müteahhitlik artık cebinde o inşaatın parası olmaksızın yapılamaz, yapılsa da o şekilde artık kâr edilemez. O yolun sonuna gelindi.
Sorunumuzun çözümü için artık herşeyi Devlet’ten beklememe olgunluğuna erişerek, öncelikle kendi payına düşen çözüm adımlarını atmak, bir iş insanına yakışan asıl tavırdır.
Şöyle düşünelim, eğer ülkemizde müteahhitler inşaat malzemelerini, en az bir daire parası harcayarak ortak oldukları kooperatiflerin fabrikalarından satın alıyor olsalardı, 2018 yılından bu yana yaşadığımız bunca malzeme zammından müteahhitler bu denli olumsuz etkilenir miydi? Konut fiyatları bu kadar yükselir miydi?
Ayrıca, müteahhitler üyesi olacakları kooperatiften zaten ihtiyaçları olan inşaat malzemelerini satın aldıkları için, kooperatifin olumlu gelir gider farkı olan risturn, yani kooperatifin kârından hissesi oranında değil, kooperatifle iş yaptıkları oranda gelir elde edebilirlerdi. Yani böylelikle bugün şikâyet ettikleri inşaat malzemelerindeki fiyat artışlarından kendileri de gelir elde edebilirlerdi.
Elbetteki dayanışmanın değil, rekabet geleneğinin hâkim olduğu ülkemiz inşaat sektöründe, birlikte de büyünebileceği bilinci henüz yeterince gelişmemiştir. Ancak, ezberlerimizi şimdi değilse ne zaman sorgulayacağız? Doğru bildiği yanlışları değiştirmek için ülkemiz müteahhitlik ve inşaat sektörü başına daha ne gelmesini bekliyor?
Yoksa demedi demeyin, kendi düşen ağlamaz!